Kendi Tarihimizi Okur Gibi

Maryam Şahinyan’ın Foto Galatasaray Stüdyosu’nun 50 yıllık fotoğraf arşivi SALT Galata’da sergileniyor. Arşiv 2012’nin ortasından itibaren tam anlamıyla yaşamaya başlayacak ve katılıma açılacak. Fotoğraflar web üzerinde tüm dünyadan ulaşılabilir hale geldiğinde insanlar, kendilerine ait fotoğrafları bulup kareleri isimlendirebilecek, etiketleyebilecekler. Şahinyan’ın stüdyo arşivine tekrar hayat veren Serttaş’ın gözünde Foto Galatasaray gerçeküstü bir mekan. “Bu fotoğrafları kendi tarihimizi okur gibi okumalıyız” diyen Serttaş, tarihle yüzleşmenin bu 50 yıllık arşivle de olabileceğini söylüyor.

by Ayşegül Özbek

Şişli Hanımefendi Sokak’taki evinden her sabah Galatasaray – Çiçek Pasajı’ndaki fotoğraf stüdyosuna yürüyerek giden Maryam Şahinyan’ı hatırlıyor musunuz? Belki de 1996’da yaşamını yitiren Şahinyan’ın, 1935-85 yılları arasında Foto Galatasaray isimli stüdyosunda çektiği binlerce kare içinde sizin de bir fotoğrafınız vardır…

50 yıl boyunca makinelerini değiştirmeden, renkli fotoğrafa geçmeden, bir aile kurmadan tutkuyla gittiği o stüdyoda çektiği yaklaşık 200 bin fotoğraf Aras Yayıncılık’ın sahibi Yetvart Tomasyan’ın deposunda 20 yıl beklemede kalıyor; ta ki üç yıl önce Tayfun Serttaş’ın eline geçene kadar. Serttaş ve ekibi, aralarında cam negatiflerin de olduğu binlerce filmin bakımını yapıyor, filmler dijital ortama aktarılıyor ve SALT Galata’da Açık Arşiv projesi kapsamında bir sergiye dönüşüyor.

Bu arşiv 1012’nin ortalarından itibaren tam anlamıyla yaşamaya başlayacak ve katılıma açılacak. Fotoğraflar web üzerinde tüm dünyadan ulaşılabilir hale geldiği zaman insanlar, kendine ait fotoğrafları bulup kareleri isimlendirerek etiketleyebilecekler.

Şahinyan’ın çektiği fotoğraflarda neler mi görüyoruz? 50 yıllık İstanbul tarihini, değişimi, toplumsal panoramayı… Bayram kıyafetli çocuklardan aile fotoğraflarına, din adamlarından 40’lı yılların trans bireylerine, 70 sonrası göçle gelen değişimin yüzlerine, yeni doğan bebeklerin şaşkın bakışlarına… Özetle, İstanbul’da yaşayan her milletten insana.

Foto Galatasaray stüdyosunu “gerçeküstü” olarak tanımlayan ve arşive yeniden hayat veren Serttaş, İstanbul’la bağları 40’lara kadar uzanan herkesin kendini bu fotoğraflarda aradığını söylüyor. Öyle ki sergiyi gezerken 60’larında Ermeni bir çifte rastlıyorsunuz. Size bakan binlerce yüz arasından yıllar önce Foto Galatasaray’da çektirdikleri fotoğraflarını arıyorlar. Bir yandan da Şahinyan’ın titizliğinden söz ediyorlar. “Bu fotoğrafları kendi tarihimizi okur gibi okumalıyız” diyor Serttaş. “Bir Ermeni bu arşivde kendi tarihini görür, bir Türk kaybettiği kültürel değerleri, kaybettiği öteki’nin kültürel tarihini görür”.

Sivaslı Ermeni bir bürokrat torunu Maryam Şahinyan. Serttaş, Şahinyan’ın İstanbul’da aynı evde yıllarca müzmin bekar hayatı yaşadığı kardeşine ulaşıyor. “Sivas’ta fabrikaları olan güçlü bir ailenin çocukları. Sahip olduklarını 1915 döneminde kaybediyorlar. Sivas’taki konaklarını terk edip Harbiye’de bir apartman dairesine sığınıyorlar. Bir burjuva hobisi olan fotoğraf çekmek, Maryam Şahinyan’ın babası için geçim kaynağı oluyor. Parasızlıktan sadece erkek çocukları okutuyorlar. Maryam babasıyla çalışıyor”.

Fotoğraf stüdyolarının melez mecralar olduğunu, bir taraftan sanata öykündüğünü ama sanatın da onu küçümsediğini söyleyen Serttaş, “Aynı caddeyi paylaşan beş stüdyonun arşivini izlerken birinin sadece turistleri, ötekinin yeraltını, diğerinin de elit kesimi çektiğini görebilirsiniz. Maryam’ın ise artistik bir kaygısı yoktu. O esnaftı” diyor.

Numaralandırılan kutuların arasında Şahinyan’ın kendi el yazısıyla “yerine konulması unutulan filmler” cümlesi gözüne çarpıyor Serttaş’ın. Maryam’ın bu arşivde yerine koymayı unuttuğu filmler gibi, biz de kendi tarihimizin unutulanlarını yerine koyabilecek miyiz? Geçmişle yüzleşebilecek miyiz? “6-7 Eylül Olayları sonrası gayri-müslim nüfustaki azalmayı, 80 Darbesi ve göç gibi pek çok toplumsal olayı bu fotoğraflardan izliyoruz. Anı nesnesi olarak üretilen bir tarihi biz karşılaşma imgeleri olarak yeniden ürettik. Bu çok sert ve samimi bir karşılaşma. Genç kuşak hafızası yerinden oynamış bir tarihin üzerinde yaşıyor. Dünyanın başka bir yerinde bir adama 50’lerden bir kare gösterin, orada sadece nostaljiyi görür. Oysa biz travmayı görüyoruz”.

Ailesinden kareler de var.

Serginin Aras yayıncılık tarafından bir de kitabı çıktı. Kitapta yer alan Şahinyan’ın çektiği yaklaşık 900 fotoğrafın arasında Şahinyan’ın ailesinden kareler de var. Kitapta Serttaş’ın kaleminden hem Şahinyan’ın hayat hikayesini hem de onun çektiği fotoğrafların kadın kimliği, dinsel aidiyet ve Ermeni kültürü bağlamında çözümlemelerini okuyoruz.

* “Kendi Tarihimizi Okur Gibi”
by Ayşegül Özbek, CUMHURİYET, 10th December 2011

Maryam Yarım Asırdır İçimizde

1930 – 1985 yılları arasında İstanbul’un kozmopolit yapısını kareleriyle günümüze ulaştıran Maryam Şahinyan’ın arşivi artık emin ellerde. Tayfun Serttaş tarafından bir açık arşive dönüştürülen kareler, SALT Galata’da sanatseverlerle buluştu. Serttaş üzerinde 3 yıl boyunca çalıştığı projeyi “Fotoğraflarla yüz yüze kalmak psikolojimi derinden etkiledi ama sonucunda açık arşiv nasıl olmalı sorusuna iyi bir yanıt vermiş olduk” cümleleriyle kuruyor.

by Aysel Yaşa

Ben değil Maryam beni buldu

Ermeni fotoğrafçı Maryam Şahinyan’ın 200 bine yakın fotoğrafını bir açık arşive dönüştüren Tayfun Serttaş, “Ben değil, Maryam ve onun fotoğrafları beni buldu” şeklinde konuşuyor.

Sene 1930… Çiçek Pasajı’nın tek kadın fotoğrafçısı Maryam Şahinyan, 1. Dünya Savaşı’dan kalma fotoğraf makinesinin başında… Hem müşterilerinin birbirinden özel karelerini çekiyor hem de farkında olmadan, bir döneme ufacık dükkanında tanıklık ediyor. Çektiği tüm kareleri yıllara ve aylarına ayırarak kutularına kaldırıyor. Ve o kutular sene 2011 olduğunda yani vakti geldiğinde yine bir sanatçı tarafından açılıyor. Bu arşivin peşine düşen isim Tayfun Serttaş. Daha önce Stüdyo Osep sergisini açan ve başarılı bir çalışmaya imza atan Serttaş, bu sergide Maryam Şahinyan’ın dünyasına giriyor ve onun çektiği 200 bin kareyi bir açık arşive dönüştürerek ilgililerinin merakına sunuyor. Sanatçının yaptığı çalışma bugünlerde Salt Galata’da görücüye çıktı. Serginin girişinde enformatik bir bölüm bulunuyor. Serttaş’ın iki yıl boyunca yapılan çalışmalarının özeti var burada. Sergiyi dolaşırken Serttaş’a Maryam’la yollarınız nasıl kesişti diye soruyorum. Aldığım cevap enteresan: “Stüdyo fotoğrafçılığıyla ilgili çalışmayı tek elden yürüttüğüm için, arşivi elinde bulunduran Aras Yayıncılık’ın sahibi Yetvart Tomasyan bu fotoğrafları ellerime teslim etti. Yani ben Maryam’ı hiç aramadım, o beni buldu.”

ARŞİVİN TAMAMINI

9 sandıkla devralan Serttaş, “İlk dört aylık süreçte ne olduğunu anlamaya çalıştım. İlk aşamada laborant gibi proje üzerinde çalıştım. Filmleri temizledik. Dijitale aktardık, katalogladık. Akabinde farklı misyonlar edinip çalışmayı bu aşamaya getirdik” diye özetliyor geçen 3 yıllık süreyi. Tabii bu arada filmleri yıkama sürecinde birçok suretle karşılaşan sanatçı fotoğraflarla yüz yüze kalmanın çok ağır olduğunun altını çiziyor: “Maryam 1930’ların malzemeleriyle o kutuyu kapatmış ve sen 2011’de yeniden açıyorsun. O kareler pozitif olarak karşına dikildiğinde yüzleşmek ağır oluyor. Bir milyona yakın insanla yüz yüze kalmak konuya teknik bakmadığın sürece psikolojik olarak yıpratıcı bir şeydi.”

KİMLİKLENDİRME DE YAPILACAK

Maryam Şahinyan’dan sonra Fikri Kevork Çalışlar’a oradan da Yetvart Tomasyan’ın korumasında bugüne gelen arşivin en önemli kısmını bilgisayarlara yüklenmiş açık arşiv bölümü oluşturuyor. Burada fotoğraflara çeşitli etiketler verilmiş. Yani siz fular takan erkekleri aradığınızda anahtar kelimeleri girmeniz yeterli oluyor. Tabii çalışma bu kadarla da bitmiyor. Sergilenen fotoğraflarla bir ağ oluşturulacak ve zamanla fotoğraflar üzerinde kimliklendirme çalışmasına gidilecek. Sergi aslında işin temsili tarafı. Serttaş bu konuyla ilgili, “Bu çalışma açık arşiv nasıl olur sorusuna cevap. Bu bir fotoğraf sergisi ama basılı tek bir kare yok. Derdimiz de fotografik tartışma değil. Biz onların içinde çok başka bir şeyin peşindeyiz. Bir dönemi, İstanbul’u, o dönemin insanlarını tahlil edebilme imkanı sunmaya çalışıyoruz” şeklinde konuşuyor. Arşive hangi alanla ilgili yaklaşırsanız ona dair çok geniş bir envantere sahip oluyorsunuz. Bir sinemacı olarak yaklaşan yığınla hikaye, dansçı olarak gelenin ise aklına gelmeyecek koreograflarla dönmesi kuvvetle muhtemel. Serginin en son bölümünde 10 tane LCD ekranda 950 tane fotoğraf dönemlerine ve konularına ayrılmış şekilde sergileniyor. Maryam’ın hayatında önemli roller oynayan herkes bu karelerde. Rahibeler, kadınlar, çocuklar hepsinin farklı duruşları Maryam’ın gözünden fotoğrafa dönüşmüş ve ileriki günlerde sahibini bulması için titiz bir şekilde yine Maryam tarafından arşivlenmiş. Kronoloji bugüne yaklaştıkça kentlilik ve taşralılık arasındaki dengenin alt üst olduğuna şahit oluyorsunuz. Kent bilinci bağlamında bir ilkele dönüş var ve bunu Şahinyan’ın çektiği karelerden anlamak da oldukça kolay. Stüdyonun havası da değişmiş tabii bu dönemde. Sanki önünüzde 12 ciltlik bir ansiklopedi var. Karıştırdığınız her sayfa size darbeye, şehre, insanlara dair bilgiler veriyor. Hayatı boyunca evlenmeyen, çocuğu olmayan Maryam’ın kendi fotoğrafları bu arşivde yok. Zaten fotoğraf çektirmekten de hoşlanmıyormuş. Üzerinde titizlikle çalışılmış bu sergi 22 Ocak tarihine kadar açık kalacak. Arşiv daha sonra dijital ortamda meraklılarına sunulacak.

Demografik dönüşüm de var

İstanbul’un geçirdiği demografik dönüşüm de Maryam’ın arşivinde karşınıza çıkıyor. 1970 sonrası sanayileşme dönemi, iç göçün başlaması, gidenlerin yerine koyduklarımız olanca açıklığıyla göz önüne seriliyor.

* “Maryam Yarım Asırdır İçimizde”
by Aysel Yaşa, Yeni Şafak, 10th December 2011

İlk kadın stüdyo fotoğrafçılardan Maryam Şahinyan

by Sanem Altan

İki haftayı geçti sanırım açılalı ama ilk günden beri merak ettiğim Salt Galata’yı ancak geçtiğimiz gün gezebildim…

İstanbul’da yaşayanlar bilir eğer yaşantınız Karaköy civarında değilse sadece adını duymuşsunuzdur Bankalar Caddesi’nin ve o caddeden geçmeden bir ömür bile geçirseniz aslında o caddeyi, o caddedeki büyük binaların içlerini hep bi merak edersiniz…

Ya da en azından ben öyleyim…

Daha önce Bankalar Caddesi’nde hiçbir binanın içine girmemiştim…

Ve çocukluğumdan beri o caddeden her geçişimde o binaların içini merek eder dururdum…

Hayaller kurardım…

Eski Osmanlı Bankası’nın binası renovasyondan sonra harika bir kültür sanat merkezi Salt Galata olunca çocukluk hayalimi gerçekleştirmek için hiç vakit kaybetmedim…

***

19. yüzyılda inşa edilen Fransız mimar Alexander Vallaury’nin imzasını taşıyan, ön cephesi neorönesans, arka cephesi oryantalist esintili bina gerçekten o sokağın en etkili binalarından.

Bankalar Caddesi’ne bu adın verilmesinin muhtemelen en büyük sebeplerinden heybetli Osmanlı Bankası binası.

Tam yanında müthiş heybetiyle Merkez Bankası var…

Tam beş yılda bitmiş çalışmalar.

2006 yılında başlanmış.

2007’de mimari çizimleri yapılmış projenin.

2009 yazında Anıtlar Kurulu’ndan alınan izinle beraber restorasyon çalışmaları başlamış.

2011’de de bitmiş.

Binanın yeni hali gerçekten etkileyici olmuş…Tam ortasında özel bir bilgisayar sistemiyle çalışan günışığı panelleri var.

***

En üst katta Tayfun Serttaş’ın hazırladığı ‘Foto Galatasaray’ sergisi son derece çarpıcı, görsel bir roman gibi…

Açık Arşiv’in ilk projesi Foto Galatasaray.

1935’ten 1985’e kadar Galatasaray’daki stüdyosunda aralıksız fotoğrafçılık yapmış olan Maryam Şahinyan’ın tüm mesleki arşivi.

İlk kadın stüdyo fotoğrafçılarından..

İlk, Nur Çintay yazdığında öğrenmiştim bu arşivin varlığını…

Foto Galatasaray sergisinin ve kitabının yaratıcısı Tayfun Serttaş’tan alıntı yaptığında…

Tayfun şöyle anlatmış: ‘İstiklal Caddesi’ndeki Hıdivyal Palas’ın ikinci katında topu topu 15 metrekarelik bir deponun zemininde, üzerine kitap kolileri yığılmış halde, 20 yıla yakın süredir, dokuz büyük koli içerisinde, 1139 kutu dolusu negatif film bekliyordu beni. Unutulduğu yerde, kaybolmuş halde, son bırakıldığı biçimde. Hiçbir karşılaşmanın tesadüfi olmadığına çoktan ikna olmuştum. Şimdi geriye tesadüf olmayan o buluşmaların doğuracağı sonuçlara ikna olmak kalıyordu. İlk andan itibaren tek çıkar yol olduğu açıktı; ya onlara dokunacak -ve de son güne kadar sadece ben dokunacak- ya da onları görmemiş olacak, gördüğüm yerde unutacaktım, unutulduğu biçimde. Öylesi manevi bir yükü sırtlamaya hazırlanmanın yol açtığı vicdani kaygı ve aniden tüm gelecek programları iptal edecek olmanın yarattığı mantık muhasebesini hesaba katmazsak, düşünmem pek uzun sürmedi. O ilk kesişmenin ardından hiçbir şey bana, koliler dolusu İstanbul’dan daha cazip gelmedi. Biz aslında o ilk görüşte birbirimize çoktan tav olmuş, rüyalarımızda başlamıştık bile hikayeyi tersten sarmaya,’.

***

Tayfun henüz 29 yaşında ama yaptıklarını öğrenince insan gerçekten hayranlık duyarak şaşırıyor.

Açık arşiv projelerinin ilki ‘Stüdyo Osep’miş.

İstanbul’un yaşayan en eski stüdyo ve set fotoğrafçılarından Osep Minasoğlu’nun 80 yıllık hayatı ve 60 yıllık fotoğraf tarihini canlandırmıştı Tayfun.

Bu sefer de, Beyoğlu’nda 50 yıl kesintisiz fotoğraf çeken hayatını fotoğrafa adamış olmasına rağmen, kendi fotoğrafının çekilmesinden hiç hoşlanmayan, sadece dört tane vesikalığı ve bir aile fotoğrafı bulunan bir kadın: Maryam Şahinyan.

Babasından devraldığı işi ölünceye kadar yapıyor.

Fotoğraflar gerçekten inanılmaz…

Maryam Sahinyan’ın arşivini görünce Türkiye’de fotoğrafçılık Maryam Şahinyan’la ‘bitmiş’ diye düşündüm.

Abartılı bir ifade olduğunu biliyorum bunun ama fotoğrafları gördüğünüzde bu abartının çok abartılı olmadığını anlayacaksınız…

Tek bir fotoğraf koca bir hayat anlatıyor…

Sergi 22 Ocak’a kadar açık…

Kitabı da Aras Yayınlarından çıkmış…

Nur Çintay’dan okudum yine, Maryam Şahinyan, gösterişten uzak, tevazu içinde bir kadınmış.

Öğle yemeğinde evden getirdiği bir kırmızı elma yiyormuş.

İçine kapalı, yalnız biriymiş, hiç evlenmemiş. Çocuğu yok.

Müşterileriyle asgari düzeyde konuşurmuş. Kendisine soru sorulmasını sevmezmiş.

***

Sergiden çıktığımda iki şey düşünüyordum…

Maryam Şahinyan harika bir roman kahramanı olur…

Maryam Şahinyan’ın hayatı harika bir film olur…

O fotoğrafları görün…

* “İlk kadın stüdyo fotoğrafçılardan Maryam Şahinyan”
by Sanem Altan, VATAN, 09th December 2011

Aras Yayıncılıktan Üç Yeni Kitap

by Rober Haddeciyan

* “Aras Yayıncılıktan Üç Yeni Kitap”
by Rober Haddeciyan, NOR MARMARA, 01st December 2011

Şahane Bir Fotoğraf Arşivi

50 yıl boyunca Beyoğlu’nda fotoğrafçılık yapan Maryam Şahinyan’ın olağanüstü arşivi, Tayfun Serttaş sayesinde SALT Galata’da sergileniyor. Her bir fotoğraf karesi üstüne ne cümleler kurulur; sadece ilişkiler, modalar, pozlar değil, tebessümler de değişmiş.

by Nur Çintay

İstiklal Caddesi’ndeki Hıdivyal Palas’ın ikinci katında Elios diye bir balık lokantası var. Fena değil. Yunan usulü midyeli saganaki yapıyor, kağıt inceliğinde kabak kızartıyor. Fakat aynı Hıdivyal Palas’ın yine ikinci katında muazzam bir başka dünya varmış meğer, yeni öğrendim: “Hıdivyal Palas’ın ikinci katında, topu topu 15 metrekarelik bir deponun zemininde, üzerine kitap kolileri yığılmış halde, 20 yıla yakın süredir, dokuz büyük koli içerisinde, 1139 kutu dolusu negatif film bekliyordu beni. Unutulduğu yerde, kaybolmuş halde, son bırakıldığı biçimde. Hiçbir karşılaşmanın tesadüfi olmadığına çoktan ikna olmuştum. Şimdi geriye tesadüf olmayan o buluşmaların doğuracağı sonuçlara ikna olmak kalıyordu. İlk andan itibaren tek çıkar yol olduğu açıktı; ya onlara dokunacak -ve de son güne kadar sadece ben dokunacak- ya da onları görmemiş olacak, gördüğüm yerde unutacaktım, unutulduğu biçimde. Böylesi manevi bir yükü sırtlamaya hazırlanmanın yol açtığı vicdani kaygı ve aniden tüm gelecek programları iptal edecek olmanın yarattığı mantık muhasebesini hesaba katmazsak, düşünmem pek uzun sürmedi. O ilk kesişmenin ardından hiçbir şey bana, koliler dolusu İstanbul’dan daha cazip gelmedi. Biz aslında o ilk görüşte birbirimize çoktan tav olmuş, rüyalarımızda başlamıştık bile hikayeyi tersten sarmaya,” diyor Tayfun Serttaş.

‘STÜDYO OSEP’DE ONUN İŞİYDİ.

Tayfun Serttaş, 1982 doğumlu bir sanatçı, yazar ve araştırmacı. ‘Kent Antropolojisi’, ‘Modernizm ve Kültürel Temsiliyet Olguları Bağlamında İstanbul’da Fotoğraf ve Azınlıklar’ konulu tez çalışmaları, azınlıklar temalı pek çok yazı dizisi var. Enstalasyonları Londra’dan Beyrut’a, Paris’ten Frankfurt’a birçok kentte sergilenmiş. Açık arşiv projelerinin ilki ‘Stüdyo Osep’ti. O çalışmada, İstanbul’un yaşayan en eski stüdyo ve set fotoğrafçılarından Osep Minasoğlu’nun 80 yıllık hayatı ve 60 yıllık fotoğraf tarihi gözler önüne serilmiş, Minasoğlu’nun külliyatı kendisi hayattayken yeniden üretilmişti. Bu defaysa, 50 yıl kesintisiz fotoğraf çektikten sonra, geride İstanbul’un en benzersiz görsel arşivlerinden birini bırakıp 1996’da hayata gözlerini yuman biri, arşivi gün ışığına çıkarılan. Hayatını fotoğrafa adamış olmasına rağmen, kendi fotoğrafının çekilmesinden hiç hoşlanmayan, sadece dört tane vesikalığı ve bir aile fotoğrafı bulunan, fevkalade mütevazı bir kadın: Maryam Şahinyan.

MERAKTAN GEÇİM KAYNAĞINA…

Şahinyanlar’ın kökü Sivas’a dayanıyor. Maryam Şahinyan’ın dedesi Agop Şahinyan Paşa, Tayfun Serttaş’ın siyasi tarihin en renkli, en kozmopolit meclisi diye anlattığı (üçte bir oranında gayrimüslim milletvekili) 1877 Meclisi Mebusan’ında Sivas mebusu. 1915 baharıyla birlikte tarihin en zor günleri başlıyor. Sivas’ın en güçlü ailelerinden Şahinyanlar, sahip oldukları 30’a yakın köy, beş un fabrikası ve sayısız gayrimenkulü geride bırakıp İstanbul’a göçüyor, Harbiye’de kendi halinde bir apartman dairesine yerleşiyorlar. Maryam Şahinyan’ın babası Mihran Şahinyan’ın fotoğraf merakı Sivas yıllarından. Ama önce bir burjuva genç hevesi olarak başlayan bu hobi, yeni ve zor hayat şartlarıyla geçim kaynağına dönüşüyor. Galatasaray Lisesi’nin köşesindeki handa bulunan Foto Galatasaray’ın hisseleri alınıyor ve Mihran Şahinyan, 1933’te fotoğrafçılık yapmaya başlıyor. Yedi çocuğunun en büyüğü olan 1911 doğumlu Maryam, zaten babaya yardım edip işin inceliklerini öğrenmekte, 1937’den itibaren stüdyoyu tek başına işletmeye başlıyor.

ÖĞLE YEMEĞİ BİR KIRMIZI ELMA

Foto Galatasaray’ın zirve yılları Çiçek Pasajı’nda geçiyor. Dönemin muhafazakar şartlarında kadın fotoğrafçı, kadın müşteriler için avantaj. Ayrıca bütçesi dar olandan ya az para alıyor ya hiç almıyor Maryam Şahinyan. Gösterişten uzak, tevazu içinde bir kadın. Öğle yemeğinde evden getirdiği bir kırmızı elma yiyor. İçine kapalı, yalnız biri. Hiç evlenmiyor, çocuğu yok. Müşterileriyle asgari düzeyde konuşuyor, kendisine soru sorulmasını sevmiyor. Fakat çektiği fotoğraflarla dünyalar kuruyor, dünyaları anlatıyor. 1986’da Foto Galatasaray’ı devrediyor Şahinyan. Arşiv, imha olmasına ramak kala Yetvart Tomasyan tarafından kurtarılıyor. 20 yıla yakın korunuyor. Sonrasında Tayfun Serttaş’ın meşakkatli çalışması geliyor. Ve sonuç, Bankalar Caddesi’nde yeni açılan SALT Galata’da. Muazzam kareler. Yüzlerce. 50 yılın İstanbul’unun aileler, ilişkiler, ifadeler resmigeçidi gibi. Nice yazıdan daha manalı, uzun uzadıya onca laf kalabalığından daha aydınlatıcı. ‘Foto Galatasaray’ sergisi 22 Ocak’a kadar açık. Kitabı da var, Aras Yayınları’ndan çıkmış, baskısı da çok güzel, alınır. Hatta kapital yazmalı bir kere daha: ALINIR.

* “Şahane Bir Fotoğraf Arşivi”
by Nur Çintay, SABAH, 04th December 2011

Galatasaray’ın Bütün İnsanları Bu Sergide

Karaköy’deki yeni sanat galerisi Salt Galata’nın açılış sergilerinden olan ‘Foto Galatasaray’da, 1935-1985 arasında stüdyosunda on binlerce insanı çekmiş Maryam Şahinyan’ın arşivinden bir seçki yer alıyor.

by Eyüp Tatlıpınar

Şahinyanlar vaktiyle işlerini Sivas’ın pek çok köyünde sürdüren etkili ailelerden biridir. Değirmenleri, fabrikaları vardır, hayvan ticaretiyle ilgilenirler. Agop Şahinyan 1877’de Meclis-i Mebusan’ın Sivas temsilcisidir. Aile bu nüfuzu nedeniyle 1915 olaylarını kayıpsız atlatır. Cumhuriyet kurulduğundaysa Sivas’ta yaşamalarının koşulları zorlaştığı için İstanbul’a göç ederler. Sivas’taki mülklerinin büyük kısmını satıp Harbiye’de bir apartman dairesine taşınmış, ekonomik zorluklarla karşılaşmışlardır. Mihran Şahinyan dokuz kişilik ailesini geçindirmek için, hobi olarak ilgilendiği fotoğrafçılığı profesyonel biçimde sürdürmenin iyi bir yol olabileceğini düşünür.

Galatasaray’da, yerinde bugün ’50. Yıl Anıtı’nın bulunduğu Galatasaray Pasajı’nın en üst katında Foto Galatasaray stüdyosu vardır. 1920’lerin ilk yıllarında iki Balkan göçmeni kardeş tarafından kurulan stüdyonun ortaklarından biri ayrılmak isteyince yerine Şahinyan geçer. Birkaç yıl sonra diğer kardeş de hisselerini Şahinyan’a satar. Mihran Şahinyan ise yine birkaç yıl sonra, 1937’de stüdyoyu kızı Maryam Şahinyan’a bırakır. O sırada Sainte Pulcherie Fransız Lisesi’nde okuyan 1911 doğumlu Mayram Şahinyan böylece okuldan ayrılıp ailesini geçindirmek için, bir daha bırakmayacağı bu işe başlar. ‘Kimseyi beğenmediği için’ hiç evlenmez. Hayatı boyunca, Birinci Dünya Savaşı yıllarından kalma körüklü makinesiyle fotoğraflar çeker. Müşterisini oturttuğu koltuğu da, stüdyonun halısını da hiç değiştirmez. Yalnızca dört tane vesikalık çektirmek dışında bütün hayatını makinenin arkasında geçirir. Çektiği bütün fotoğrafları, tarihlerini not düşerek özenle arşivler. 1985 yılında stüdyoyu devretmesine kadar… Stüdyo devredilirken arşiv Aras Yayıncılık’ın sahibi Yetvart Tomasyan’ın deposuna taşınır ve 25 yıl kadar sonra, sanatçı ve araştırmacı Tayfun Serttaş kendisini bu 200 bine yakın, tamamı siyah beyaz karenin içinde bulur…

Serttaş’ın, ekibiyle birlikte yürüttüğü iki yıllık çalışmanın ardından düzenlediği arşivden önemli bir seçki bugünlerde Karaköy’deki Salt Galata’da sergileniyor. Benzersiz bir belgesel niteliğindeki arşiv Beyoğlu’nun ve İstanbul’un, buradaki insan çeşitliliğinin zaman içindeki değişimini oldukça iyi yansıtıyor. Rum, Yahudi ve Ermenilerin zamanla azalırken Anadolu’dan göç edenlerin artması gibi… 22 Ocak’a kadar gezilebilecek sergi 2012’de online olarak kamusal katılıma açılacak ve Foto Galatasaray’da fotoğraf çektirmiş on binlerce kişinin kimliklendirilmesine başlanılacak.

Fotoğraf hala gerçeği mi söylüyor?

‘Fotoğrafta, hiç kimsenin gerçekte ustası olamayacağı bir yöntem vardır…’ Bu gizemli cümle bugünlerde Yapı Kredi Yayınları’ndan çıkan ‘Fotoğraftan Sonra’ adlı kitaptan… Analog fotoğraftan dijital devrime geçişe uzanan 50 yıllık bir dönemi anlatan kitabı Fransa’daki Georges Pompidou Modern Sanat Müzesi’nin Fotoğraf Koleksiyonu Başkanı Quentin Bajac yazmış. Kitabın tanıtımından bir alıntı; ‘1960’lı yıllarda Instamatic Kodak ve Polaroid’in gelişiyle fotoğraf amatörlerin eline geçer. Aynı dönemde basın fotoğrafı, televizyonun yükselen hükümdarlığı ve fotoğraf hakları sıkıntılarının karşısında, yayın kuralları yeniden belirlenir: Yeni ajanslar kurulur, yeni bir ‘auteur’ röportaj tarzı ortaya çıkar. Fotoğrafa ayrılan müzeler ve büyük bienallerin oluşturulmasıyla, fotoğraf kendi adını sanat tarihine kesin olarak yazdırır. ‘Fotoğrafın estetik ve sosyal gelişimini inceleyen Bajac, görüntülere doymuş 21.yüzyılda aracın otoritesini sorguluyor: ‘Fotoğraf hala gerçeği mi söylüyor?’

* “Galatasaray’ın Bütün İnsanları Bu Sergide”
by Eyüp Tatlıpınar, AKŞAM, 3rd December 2011

Archive Presents a Half-Century of Istanbul’s Faces

Salt Galata is currently hosting a project by artist and researcher Tayfun Serttaş. The artist is aiming to discover the cultural heritage of Istanbul via the photographic archive of Armenian photographer Maryam Şahinyan.

by Hatice Utkan

A great lover of heritage and history, artist Tayfun Serttaş is shedding light on Istanbul’s demographic past with a new project at Salt Galata focusing on long-time photographer Maryam Şahinyan.

The project is based on the revisualization of the complete professional archive of Şahinyan, who was born in the Central Anatolian province of Sivas in 1911 and died in Istanbul in 1996. Şahinyan worked as a photographer at her modest studio called Foto Galatasaray uninterruptedly from 1935 until 1985. The archive is a unique inventory of the demographic transformations that occurred in the socio-cultural map of Istanbul after the declaration of the Republic and the historical period it witnessed; it is also a chronological record of an Istanbul-based female studio photographer’s professional career.

Serttaş told the Hürriyet Daily News that he did not find Şahinyan, but that she found him. “I knew that there was an archive like this. I knew that the person who bought the Studio Galatasaray after Maryam moved to Üsküdar. Then he left the city and left the archive. My publisher, Yetvart Tomasyan, told me that there was a closed archive.”

The archive waited for a long time before Serttaş found it. “I took the archive in 2009,” he said.

Serttaş is also a researcher who works on visual archives. “During my education, which focused on cultural anthropology, I worked with lots of archives. My

dissertation was called ‘Photographs and Minorities in Istanbul as a Means of Cultural Representation in the Process of Modernism,’” he said.

Making art out of such research and images is Serttaş’s latest project. Because there are close to 200,000 images in Şahinyan’s archive, the task of presenting them is difficult, he said.

Who was Maryam Şahinyan?

Beyond the fact that she was a photographer and owned a studio, there is little information about Şahinyan. “We know that she went to the studio every single day, we know that she ate one apple every day at noon and that she returned home,” Serttaş said.

Şahinyan, an Ottoman Armenian, was born in 1911 at Şahinyan Konağı (Camlı Köşk), one of the most impressive civil structures in Sivas. Her grandfather, Agop Şahinyan Paşa, represented Sivas in the first Ottoman Parliament (Meclis-i Mebusan), which was established in 1877. Born with the social privilege inherent to a grandchild of a member of parliament, Şahinyan’s life took an unexpected turn when, as a child, she witnessed the historical events of 1915.

Armed with the wooden bellows camera her father originally took over from a family that immigrated from the Balkans in the aftermath of World War I and the black-and-white sheet film she continued to use until 1985, Şahinyan, in a sense, arrested time – both against the technological advancements photography was experiencing and contemporary trends. In the end, she created an unparalleled visual coherence without compromising her technical and aesthetic principles. Throughout her professional life, Şahinyan wore a white coat and black over-sleeves to protect her clothing, according to Serttaş.

“When she retired from the studio in 1985, Şahinyan left behind a unique visual archive made up of approximately 200,000 images. She passed away at

her home on Hanımefendi Sokak in Şişli in 1996 and is buried in the Şişli Armenian Cemetery,” said Serttaş.

Women in the studio

The photography archive features many photographs of women, according to Serttaş.

“This was because of Maryam,” said Serttaş, adding that women went to her for pictures with their nice dresses or with their swimsuits. Priests or nuns, meanwhile, went had pictures taken with their crosses.

It is very important to have an archive like Şahinyan’s, said Serttaş. “For example, these photographs also provide a cultural and historical heritage because we have always had problems in terms of having an archive in Turkey … on cultural issues.”

Şahiyan’s photographs, however, now provide such an archive, the artist said. “It shows us the lifestyle of people; we can discover how these minority people lived during that era.”

Noting that most people always thought Armenians or minorities in Istanbul lived a rich life, Serttaş said, “The photos lead us to learn more about the lives of minorities; there were lots of people who had damaged clothes and so on.”

The photographs mostly depict Greeks. “These photos show what we have lost,” he said.

Discovering Foto Galatasaray

Foto Galatasaray was never as visible as some of the more elite photography studios that have been famous since the 19th century, such as Phebus, Andriomenos or Sabah, Serttaş said.

The studio, however, survived because it appealed to the lower and middle classes.

Şahinyan was a devout woman, and her identity created a closely-knit circle that determined the sociological basis of Foto Galatasaray’s clientele, setting it apart from Istanbul’s other studios.

Except for four understated passport photos, no photographs exist of Şahinyan herself, who throughout her life remained behind the camera, scrupulously taking hundreds of thousands of photographs, retouching them, and painstakingly numbering and dating each film she developed. Spanning half a century, her work impartially traces the ethnic, social, cultural, religious and economic transformations taking place at the center of the city.

After the present exhibition, the archive will be opened to everyone via the Internet, said Serttaş.

A new period will start for the archive. “People will be able to tell if they know these people, and every photo will assume a [new] identity,” he added.

* “Archive Presents a Half-Century of Istanbul’s Faces”
by Hatice Utkan, Hurriyet Daily News, 29th November 2011

Galata’nın Gizli Fotoğrafçısı SALT Galata’da

Garanti Bankası kültür kurumu Salt, ikinci binası Salt Galata 3 sergiyle 22 Kasım’da açıldı. Bunlardan biri 1935-1985 yılları arasında Beyoğlu’ndaki bir fotoğraf stüdyosunun sahibi olan Maryam Şahinyan’ın arşivinden oluşuyor. Hayatı boyunca 4 vesikalık dışında hiç fotoğrafı olmayan Şahinyan’ın arşivi, kültürel değişimi yansıtıyor.

by Saliha Cüvelek

Eski Osmanlı Bankası Müzesi’nde, Garanti Bankası’nın kültür kurumu Salt’ın yeni binasında bir fotoğraf sergisi… Adı Foto Galatasaray. Siyah perdeler arasına yansıtılmış tamamı siyah-beyaz fotoğraflar… Fotoğraftakilerin hiçbirinin yüzü aşina değil. Kim oldukları hakkında da fikrimiz yok. Sadece 1935-1985 yılları arasında bir zamanda Ermeni fotoğrafçı Maryam Şahinyan’a poz verdiklerini öğrenerek giriyoruz siyah perdelerin arasına. Karşımızda din adamları, rahibeler, azınlıklar, etek döpiyesli bayanlar, aileler, askerler, hastalar, sünnet törenleri… Hayatın her evresi Şahinyan’ın objektifinde.

Maryam Şahinyan, 1935’ten 1985’e kadar Beyoğlu Galatasaray’daki mütevazı stüdyosunda kesintisiz olarak stüdyo fotoğrafçılığı yapmış Ermeni bir kadın. Foto Galatasaray sergisinin tamamında onun 60 yıl boyunca çektiği fotoğraflar görülüyor. Babasının Balkanlar’dan göç eden bir aileden devraldığı körüklü ahşap fotoğraf makinesini Şahinyan, 1985 yılına kadar kullanarak fotoğrafın geçirdiği tüm teknolojik dönüşümlere ve popüler gereksinimlere karşın zamanı askıya almış, teknik ve estetik prensiplerini hiç değiştirmemiş. Foto Galatasaray’ın, tamamı siyah-beyaz negatif ve cam negatiflerden meydana gelen fiziksel arşivi, İstanbul’un yakın dönem klasik fotoğraf stüdyolarından bugüne eksiksiz şekilde ulaşabilmiş en nadir örneklerden. Foto Galatasaray; Phebus, Andriomenos ya da Sabah gibi 19. yüzyıldan beri tanınan seçkin fotoğraf stüdyoları kadar görünür olmamakla birlikte, stüdyonun sürekliliğini sağlayan orta ve alt sınıfların temsili açısından önemli.

Şahinyan’ın 200 bin imajlık arşiviyle kültürel bir dönüşüme tanıklık ediyorsunuz. 1970 sonrası iç göç stüdyoda da kendini hissettiriyor. 1980’lerle birlikte 40’ların kentli Foto Galatasaray’ı, bir taşra stüdyosuna dönüşüyor. Haçlı kolyelerin yerini beşibiryerdeler, breton şapkaların yerini başörtüleri, döpiyeslerin yerini şalvarlar alıyor. Ailelerdeki çocuk sayısı bir anda katlanıyor, kadınlar arka planda ayakta, erkekleri önde otururken izliyoruz artık.

“Arşive önyargıyla yaklaştım”

Foto Galatasaray’ın 200 bine yakın negatifi sanatçı/araştırmacı Tayfun Serttaş tarafından kurulan bir ekiple tasnif, temizlik, sayısallaştırma, sayısal restorasyon ve kategorizasyon çalışmalarının ardından sergi için hazır hale getirilmiş. “Ben arşive ulaşmadım, aslında arşiv bana ulaştı.” diyen Serttaş, Şahinyan’ın arşiviyle nasıl karşılaştığını anlatıyor: “Maryam Şahinyan’ın 1985 senesinde stüdyoyu devretmesiyle birlikte arşiv yeni işletmeci tarafından Üsküdar’da bir fotoğrafhaneye taşınmış. Yeni işletmeci İstanbul’dan ayrılınca arşivi terk etmiş. Zannediyorum sokakta bir gece beklemiş. Kıl payı kurtuldu. Konu Yetvart Tomasyan tarafından çalıştığım yayınevinin sahibine ulaşınca 2009 senesinde tüm arşivi Garanti Han’a taşıdım. 2009’dan beri üzerinde bir gün aksatmadan çalıştığımız bir proje oldu Foto Galatasaray.”

Tayfun Serttaş’ın araştırmacılığı, Yetvart Tomasyan’ın Foto Galatasaray’a dair anıları ve araştırma sürecine katılan asistanların projeye ilişkin hikâyelerini anlatan videolar da sergide yer alıyor. Serttaş’ın başta belli önyargıları varmış arşive karşı: “Film kutularından nasıl bir malzeme çıkacağını hiçbirimiz bilmiyorduk. Kadın fotoğrafçı, Ermeni, Galatasaray civarındaki hanların üst katlarında faaliyet gösteriyor, sokakla direkt ilişkisi olmayan bir mekân.”

“Kadın olması, stüdyonun kimliğini belirliyor”

Maryam Şahinyan, hiç evlenmemiş bir kadın. Yarım asır boyunca bir gün dahi aksatmadan Şişli’deki evinden yürüyerek stüdyosuna gidiyor. Tayfun Serttaş, onun titizliğinden ve arşiv sayesinde tarihselliğin görsel olarak bu kadar açık okunabiliyor olmasından çok etkilenmiş. Şahinyan’ın son dönem çektiği fotoğrafları çok ilginç bulduğunu söylüyor Serttaş: “Eğitim yıllarımda kent antropolojisi üzerine çalışma fırsatı buldum, “göç ve değişme” konusu ilgi alanımdı. Seneler sonra, başka bir biçimde bu konuya geri döndüğümü hissettim. Bizim o yıllarda üzerine çalıştığımız hiçbir veri tabanı, kültürel transformasyonu bu kadar açık ifade etmiyordu. Türkiye gibi kültürel ve tarihsel kesintilerin derinden hissedildiği coğrafyalarda, stüdyo fotoğrafı başka bir misyon daha edinir. Kültürel tarihin görsel aktarımına aracılık eder ve de bunu en demokratik yollarla yapar. Aslında bize bir önceki dönemde neye benzediğimizi, neleri yitirip, yerine neleri koyduğumuzu haritalandırır.”

Şahinyan’ın arşivinden aslında en çok Cumhuriyet sonrası orta sınıf gayrimüslim kadınların İstanbul’u izleniyor. Maryam’ın stüdyosuna girince kazaklarının altında sakladıkları haçlı kolyelerini göğüslerinin üzerine çıkartıyor, saçlarını döküyor, omuzlarını açıyor bu kadınlar.

Girişlerin ücretsiz olduğu sergi, salıdan cumartesiye 12.00-20.00, pazar günleri ise 10.30-18.00 saatleri arasında ziyaret edilebilir.

* “Galata’nın Gizli Fotoğrafçısı SALT Galata’da”
by Saliha Cüvelek, ZAMAN, 27th November 2011

Indivisible Singleness, Crowded Loneliness

for Maryam and Tayfun

by Karin Karakaşlı

When I was growing, my mother would take me to Foto Atlantis on my birthdays. I remember very vividly the hellish moments of fear in the dark studio, the lights that appeared over my head and Master Keğam who would disappear behind that odd instrument when I was four, five. I would call this calm man who would also document my teary moments, Keğam Dayday, meaning “Uncle Keğam.” We could also call this a call of help – the sound of a moment extended to eternity. This calling would foreshadow crying fits that would end in sobs. But was it possible for Keğam Dayday to have mercy? He would give me one of the toys that he saved for moments of emergency. I would look at the horse that would rock back and forth where I put it, sniffing. There was no solution, that streak of lightning would explode. And they would say the same thing again, “Don’t move!”

In later years, I learned to love this family ritual. When I was in mischievous poses, Keğam Dayday would frequently come out from under the machine’s cloth and come over to where I was. He would often adjust my head to the right or left and lift up my chin. What remains from him is precisely that touch – with his thin, skilled hands.

What does a person do when they are most affected by something? They immediately bang it into fragments of their own story. When I stepped into the universe of Maryam Sahinyan’s photographs, I immediately thought of the moments I spent with Master Kegam. All of a sudden, with a bang… Foto Atlantis should also have an archive, of course. What did happen to these photographic records when the shops were closed?

Realizing that the Armenians were involved in photography since the times of the empire, what was surprising about Maryam Sahinyan’s being a photographer was not that she was Armenian, but that she was dedicated to this profession as a woman and that she stubbornly spent half a century in that studio, starting 1935.

Could you even dare to imagine the photographs that were possible in Galatasaray – a most cosmopolitan neighborhood of İstanbul – for over fifty years? Furthermore, imagining that this change could exist between an ottoman and a wood chair… How many people would sit on an ottoman over fifty years, how many people would stand next to that ottoman? It is thus that the ottoman and the chair become coordinates; they define the latitude and longitude of life.

Maryam is obviously not a judgmental woman. She made those sitting across from her comfortable. Maybe this is why I liked her so much. In 1971, a young hippie woman who ties her tight shirt right under her breasts, wears her bell-bottom pants, celebrating freedom, is followed by a modest, conservative family portrait. It is obvious they just came to the city from the country. The woman has an embarrassed smile. She is holding on to her purse tightly. Her long, flowered skirt is obviously her best outfit. On her feet are shoes that are worn-out but recently polished.

Maryam really likes long hair. She lets young brides’, little girls’ hair down on their shoulders like capes. It is as if she whispered a secret into their ear, “Don’t hide this beauty, love this thick hair.” The hair is thus transformed into a part of the outfits and a precious jewel. And the women whose hair has been appreciated start to look different. They like the selves that they see at that moment, as they are, however they are.

Across from me is a woman, with a cigarette in her hand, lying on the ottoman. How did Maryam know that this woman could lie on the couch as such? Or this upright man… Did Maryam also tell him to look like that, to stand like that?

I really wish I could touch that wooden chair just once. It is a chair that has seen a lot, it has a karma. It is a harbor of life where a lot of lives have come and gone. Babies have either sat on that chair or they stood up. Some of the women are barely sitting on the chair, some men are leaning back comfortably. When there are crowded families, the chair becomes almost invisible. There are some who stand awkwardly, indecisively stand between the chair and the ottoman, putting a shy hand on the back of the chair, exposing this chair in its full glory.

Maryam loves siblings. She poses them with their heads leaning towards each other. You can trace the genetic history in this geography of faces. Where does one end, where does one begin. You know about the sustainability of life through those siblings.

Maryam loves the different possibilities of life. Priests, nuns, patriarchs, archbishops have given themselves over to her able hands. Looking at it from one perspective, the photographs are an archive of spiritual figures. İstanbul’s truly cosmopolitan diversity is fully manifest in the thousands of images, probably due to Maryam’s position in the city as well as the trustworthiness she must have exuded. Children who were baptized and circumcised, students of schools for the minorities, Levantines, Greeks, Armenians, Jews flow before your eyes. The saddest and most magical thing is this: You deduce these things from the details in the photographs yourself. The studio’s record book is lost, there is no name nor notes available. You find the people yourself, shrouded in ambiguity. Possibilities of life, lost.

Maryam loves brave, natural people. She takes pictures of families, but each family is posed differently in the photographs. In a photograph dated 1980, a woman is sitting in her husband’s lap with their son next to them. I stare.

Maryam opens up herself and her lens to other lives. There is a woman who is wearing an equestrian outfit, looking proud and there are military officers, in their brand new uniforms. There are women who posed in their bikinis and underwear; there are artists from groups of ballet dancers or performance troupes.

Maryam loves little girls. One of her favorite poses is to have them put one foot in front of the other, standing up, holding their bell-shaped skirts. How many of these girls are there over fifty years, positioned somewhere between angels and butterflies? I can’t know, it would take a life time to look at, classify and organize all of Maryam’s photographs.

There is another pose where flower girls hold up their flared skirts on two sides. There are women who pose in front of panoramas, in long skirts.

What is the secret behind these poses? Is it the search for the content, despite the flow of time? On the karmic chairs are women who look like they are about to get up, followed by roughnecks surrounded by their crew. A young man has his jacket over his shoulders. Did Maryam put that there?

Maryam loves confrontations. She insists on having women faced with mirrors. The women’s images deepened in the mirror. I can’t say they are multiplied for certain actually. They are just deepened, increased. I can make eye contact with the woman who is staring at the mirror directly. Another has her head tilted in front of the mirror. I watch the woman who is bent over twice, looking at herself.

The photographs are exemplary stories of demographic changes. After a point, there are five-in-one-coins instead of cross necklaces. Instead of men wearing fedoras and coats, with gelled hair, there are man wearing their best jacket, reserved for the bayram, with their hair parted from the side and combed moustaches – timid men from Anatolia. Instead of women with fur-collared coats, silk gloves, hats with wide rims, tulles, scarves, there are women with head scarves, flower-patterned dresses, pants and jackets. Maryam accepts life as it is. Thus, everyone is in their most beautiful form that they would like to present to the world. This effort in and of itself liberates the stock poses.

I’m thinking about who Maryam would look at in a flowing crowd. Was there anyone that she couldn’t stop looking at? I decide on a beautiful man who was in a most unexpected photograph. In his poses are a intimacy, a sharing, which are just different. This young man has a shining smile, thick hair, warm, childish eyes, a lean body – image of a mortal immortal. It is as if he posed with anyone, whenever Maryam wanted. And Maryam knew this uniqueness.

I look for my own mortal immortals. My grandmother and my grandfather… They also have warm poses, leaning on each other, similar to the young couples’ poses in Maryam’s pictures. They were taken by others, but I keep thinking that I’m going to happen on their photographs in Maryam’s archive. It must be that this pose belongs to this era; it is a common taste that doesn’t start nor end with Maryam. I hear Ahmet Hamdi Tanpınar’s timeless, spaceless poetry when looking at these people.

I’m neither inside time,
Nor completely outside;
A large, single moment
In the undisrupted flow.

These photographs are all indivisible singlenesses. They are fragments of life within themselves. I remain with a sense of loneliness. It is a feeling of loneliness among crowds. Maybe it is the same feeling that Maryam had when she closed the doors to her studio and went to her house. Maybe it is the photographs’ struggle to remain independent, to exist out- side of the photographer and the subjects.

In the color of a dream
Every shape is numbed,
Even the feather drifting in the wind
Is not as light as I am.

Even us – showered with images every day – used to the modern times… We are fooled by the unique crowdedness of these photographs. We are looking at frozen moments, at times that will never flow in the same way. Those times were the most natural for some, it was an unquestioned and known way of life. At one point, our indispensable photographs will be dispersed into the whirlpools of objects, destined for places we cannot even predict. Looking at frozen moments reminds one of death. This where that feeling of indivisible singleness comes from. That stark reality where there isn’t even anything to fear. The soul calms down with this realization.

My head advising silence
The eternal mill;
Inside me has reached my wish
A bare-backed dervish.

Everyone spins on their own axis. Then they feel peccable circles in their lives. That realization triggers a decision. In hand, old photographs. What should be done? Unknown roads are taken with the fatal force derived from old photographs. You put up the photograph of an older family member that you feel close or that of someone you don’t know but feel a soul affinity for, on your bedstand. You have a new beginning, inspired.

An ivy whose root I have
Is the world, I can feel it.
Blue light
In which I swim.

When I close my eyes, I see tens of people on that chair and ottoman, flowing in front of my eyes, like a sequence from a movie. Then I see myself. I’m in Maryam Sahinyan’s studio. Maryam takes off the hair pins from my hair. She brushes my hair for a long time. When was the last time someone else brushed my hair? I’m numbed. I direct myself towards the chair, she stops me. “You go on this ottoman.” She gently pushes me to the back. I’m wearing a long black dress. She fixes the skirt, the hems, the collar. She makes me cross my arms over the ottoman, I lean my head against my arms. Her head appears for one second from behind the camera. She brings that mirror to my side. From the opposite side is a woman with her head leaning on her arms. She turns my head to the right a bit and lifts up my chin. “That’s it, stay like this.”

I stare into the lighting that strikes.

İstanbul, June 2011

* ‘Indivisible Singleness, Crowded Loneliness’
by Karin Karakaşlı, Serttas T, Foto Galatasaray – Studio Practice by Maryam Şahinyan, Istanbul: Aras Publishing; November 2011. pp. 16-20

Foto Galatasaray’ın 60 yılı

SALT Araştırma ve Aras Yayıncılık işbirliğiyle üç yıldır sanatçı Tayfun Serttaş tarafından hazırlanan Foto Galatasaray Açık Arşiv projesi ve aynı adlı kitap 22 Kasım günü sanatseverlerle buluşacak.

by Ararat Şekeryan

Foto Galatasaray’ın altmış yıllık tarihini ve stüdyoya can veren Maryam Şahinyan’ın elli yıllık fotoğrafçılık tarihini farklı şekillerde yazmak mümkün. Bu, bir yandan çok kolay, bir diğer yandan ise epey meşakkatli bir iş. Çaba sarf etmekten çok, yüzleşme; daha doğrusu, kaybedilmiş olanla yüzleşebilme cesareti gerektiren bir iş…

Agop Şahinyan, 1877 Osmanlı Meclis-i Mebusan’ında Sivas mebusudur. Sivas’ın nüfuzlu ailelerinden Şahinyanların bölgede otuza yakın köye, önemli değirmen ve fabrikalara sahip oldukları, büyükbaş hayvan ticaretiyle uğraştıkları biliniyor. Mihran Şahinyan, Paşa’nın on çocuğundan biridir, Dikranuhi Abacıyan’la evlenir, ilki Maryam Şahinyan olmak üzere yedi çocukları olur. Şahinyanlar bölgedeki güçlü pozisyonları sayesinde 1915’i kayıpsız atlatmıştır, ne var ki Cumhuriyetle birlikte Sivas’ta yaşamaya devam etme ihtimalinin zayıfladığını gören Mihran Şahinyan 1924’te sahip olduğu mal mülkten bir kısmını satarak eşi ve yedi çocuğuyla İstanbul’a göç eder.

Ve Foto Galatasaray

Harbiye’de bir apartman dairesine yerleşen dokuz kişilik bu göçmen aile ve ailenin reisi Mihran Şahinyan için Sivas’taki bolluk içinde geçirdikleri yıllar arkada kalmış, ekonomik sıkıntılar baş göstermeye başlamıştır. Birdenbire kendini Cumhuriyet İstanbul’unda bulan Mihran Şahinyan, gençlik yıllarında bir hobi olarak ilgilendiği fotoğrafı kendine meslek edinmeyi, ailesinin geçimini bu yolla sağlamayı kararlaştırır.

Foto Galatasaray, bugün yerinde Şadi Çalık’ın Cumhuriyet’in 50 yılını temsilen ürettiği ’50. Yıl Anıtı’nın bulunduğu Galatasaray Pasajı’nın en üst katında, iki Yugoslav muhaciri kardeş tarafından 1920’lerin başında kurulur. Kardeşlerden birinin ortaklıktan ayrılmak istediğini öğrenen Mihran Şahinyan, elindeki küçük sermayeyle Foto Galatasaray’a ortak olur. Birkaç yıl sonra, diğer ortağın da stüdyodaki hisselerini satın alan Mihran Şahinyan, 1935’ten itibaren stüdyonun tek sahibidir. Foto Galatasaray Sivaslı bu paşa ailesinin ekmek teknesidir artık.

1911 doğumlu Maryam Şahinyan’ın kendinden küçük altı kardeşi var. Zabel (1914), Zıvart (1915), Araksi (1916), Keğam (1917), Sebuh (1920) ve Vruyr (1922). Maryam ilkokulu Esayan Ermeni Okulu’nda bitirir, orta öğrenimine Sainte Pulcherie Fransız Lisesi’nde devam ederken maddi sıkıntıya düşen babasına yardım edebilmek için okulu bırakır. Yıllar içinde, fotoğraf çekmekten cam negatifler üretmeye, stüdyo fotoğrafçılığının inceliklerini kavrayan Maryam Şahinyan, 1937’de Foto Galatasaray’ın idaresini babasından devralır. Teknenin dümeni Maryamdadır…

Maryam Şahinyan’ın elli fotoğrafçılık yılı

Zorunlu olarak fotoğrafçılık yapmaya başlayan Maryam Şahinyan’ın kendisini aileyi ayakta tutmak uğruna feda etmiş olduğunu söylemek abartı olmaz. Maryam Şahinyan, “kimseyi beğenmediği” için evlenmez, hayatının sonuna dek yalnız yaşar zira.

Kırklı yılların başında, Foto Galatasaray eski bir Beyoğlu stüdyosu, Maryam Şahinyan ise bir İstanbul fotoğrafçısıdır. Mütevazı stüdyosunda elli yıl boşunca fotoğraf üreten Şahinyan, 1942 Varlık Vergisi’ne, 1948’de İsrail’in kurulmasına, 6-7 Eylül 1955’e, 1974 Kıbrıs Savaşı’na, köyden kente göçün en şiddetli yaşandığı yıllara ve tüm bunlara bağlı olarak Beyoğlu’nun ve İstanbul’un zorunlu olarak geçirdiği demografik ve sosyolojik evrelere tanıklık etmiştir.

Maryam Şahinyan’ın özenle sınıflandırdığı arşiv kutularında otuzlu-kırklı yıllara ait fotoğraflarda art arda rastladığınız Katolik rahiplere, Musevi çocuklarının bar mitsva hatıralarına, Anarat Hığutyun’un Ermeni kuyrlarına, çok değil, yirmi yıl sonra rastlama şansınız kalmamıştır artık. Birkaç on yıl içinde, bambaşka bir tarih yazmaya başlar Maryam Şahinyan’ın objektifi: günbegün fakirleşen İstanbul’un tarihidir okuduğunuz artık. İstanbul’dan göçüp gidenleri, İstanbul’a göçüp gelenleri, severek terk edenleri izlemeye başlarsınız…

Hayatı boyunca, yalnız ve sakin bir yaşam süren Maryam Şahinyan, stüdyosunu devrettiği güne dek I. Dünya Savaşı yıllarından kalma körüklü makinesiyle siyah-beyaz fotoğraflar üretmeye devam eder.

Ne kamerasını değiştirir, ne müşterilerini oturttuğu koltuğu, ne de halısını. Dünya tarihinin en hızlı yüzyılına meydan okur Şahinyan. Bu yönüyle, değişen kente, değişen ülkeye, değişen dünyaya dur deme çabasıdır Foto Galatasaray.

Onlarca farklı tarihi yazılabilir Foto Galatasaray ve Maryam Şahinyan’ın. İş ki nostaljik ağıtlar yakmadan yitip gidenle yüzleşebilme cesareti gösterilsin. İşte SALT Araştırma, Aras Yayıncılık ve Tayfun Serttaş’ın üç yıllık yoğun emeğinin sonucu hazırlanan ‘Foto Galatasaray’ sergisi ve aynı adlı kitap bu cesareti göstermeye kuvvetli bir çağrı niteliğinde.

* “Foto Galatasaray’ın 60 yılı”
by Ararat Şekeryan, AGOS, 18th November 2011