Starların ve Figüranların Fotoğrafçısı
Bugün 80 yaşında olan Osep Minasoğlu ömrü boyunca fotoğraf çekti. 1960’lı ve 70’li yıllarda magazin dünyasının en tanınmış fotoğrafçılarındandı. Osep bugün dijital makine kullanıyor, hala hayatını fotoğraftan kazanıyor.
by Ayşegül Parlayan
Bu kitap, hayatında başka bir işten para kazanmamış 80 yaşında bir Ermeni fotoğrafçının hayatını ve kariyer basamaklarını anlatmakla kalmıyor; Türkiye’nin fotoğraf tarihine de bir flaş çakıyor. Tayfun Serttaş, 10 sene önce kültürel antropoloji bölümünde okurken tesadüfen karşılaşmış Osep Minasoğlu’yla.
Yerlere halı serilip berjer koltuklara dayanılarak poz verilen 1960-70 döneminde, Osep zamanının ötesinde modern fotoğraflar çeker. O yıllarda stüdyo fotoğrafçılığının en kral ismi olur. Moda, Yeşilçam ve sahne dünyasının tanınmış isimleri en zorlu fotoğrafları için rahatlıkla onu tercih eder. Kendisine, müşterilerine bu zor pozlar için nasıl güven verebildiğini ve döneminde kimsenin dokunamadığı alanlara girmeye nasıl cesaret edebildiğini sorduğumda tek kelimeyle “anlayış” olarak cevap veriyor; “Onlar benim için birer insan ve birer müşteriydi. Öteki kimlikleri çok sonra gelir. Bir hayat kadını, gay bir dansçı ya da şöhret olmak isteyen utangaç kız… Tüm bu tanımlar, objektifimde filtreleniyor. Hepsine saygı ve hoşgörüyle yaklaşıyorum. Belki de bu yüzden bugün birçok modelin ismini hatırlamıyorum. Onlar benim için sadece işimin bir parçası, bir obje… Hepsi bu.”
Kitabın yazarı Serttaş, bir zamanların meşhur ve iyi kazanan fotoğrafçısı Osep’in maddi imkanları bozuldukça evden eve taşınmalarına şahit olmuş. Osep’in her defasında yanında taşıyamadığı fotoğraflarını, kendi arşivine katmış. İyi ki de katmış… Hem bu fotoğrafların yok olmasının önüne geçmiş hem de 14 Ekim-14 Kasım arasında Galeri NON’da düzenlediği 6.500 belgeden oluşan sergiyle birlikte arşivlerde yer edinecek böyle bir kitabın oluşmasını sağlamış. “Aslında” diyor Serttaş, “Osep’in şimdiye kadar çektiği tüm fotoğrafların saklanma şansı olsaydı, dört çekil kasa dolusu film ve 100 bine yakın fotoğraf gelecekti günümüze…”
Yaklaşık 60 yıldır fotoğrafçılık yapan Osep’in hayatının bu yöne sürüklenmesi, 17 yaşındayken abisinin kendisine 6×9 körüklü bir fotoğraf makinesi hediye etmesiyle başlar. O hiçbir mesleğe ilgi duymaz. Sadece fotoğraf çekmeyi düşünür. Doğup büyüdüğü mahallesi Samatya’daki özel günleri ölümsüzleştirir. Birçok film setinde afiş fotoğrafları çektikten sonra, Avrupa standartlarında laboratuvarlara sahip Kodak’ta çalışmaya başlar. Şirketin kurucusu ve dönemin önemli laborantı Onnik Kalustyan’dan fotoğrafın kimyasını da öğrenir.
Kodak şirketi bir süreliğine İstanbul’daki şubesini kapatınca, Osep de “İstanbul’un Paris’i” dediği Samatya’da babasından kalma bir dükkanda fotoğraf stüdyosu açar 1935’te; adı “Foto Paris”tir. Mahalledeki Katolik okullarının yılsonu çekimleri ve büyük düğünler sayesinde stüdyosu iyi iş yapsa da; 6-7 Eylül olayları, onu daha önce hiç görmeden ismini stüdyosuna verdiği Paris’e sürükler.
Altı yıl kaldığı Paris’ten döndüğünde, Osep artık bir stüdyo fotoğrafçısından öte, sanatçı gibi davranmaktadır. Mesleki açıdan hep döneminin ilerisindedir. Renkli film Türkiye’ye 70’lerde yeni yeni gelmesine rağmen, o bunu kullanmaya 68’de başlamıştır. Stüdyosuna neredeyse hiç obje sokmaz. Fotoğraflarda hep beden dili ve hareketlere odaklanır. Ünlü isimlerle çalışır. Sevda Ferdağ, Yılmaz Güney, Mandrake, Münir Özkul, İzzet Günay, Kudret Şandra, Türkan Şoray’ın annesi, kitapta da siyah-beyaz fotoğraflarıyla karşımıza çıkan ünlü isimlerden yalnızca bir kaçı.
Bu dönemde erotik çekimleriyle de ün yapar. Sadece sinema oyuncularının değil, ev kadınlarının bile nü fotoğraflarını çeken Osep, “350 derecelik Alman teleobjektifimle, 30 metrekarelik çok geniş bir stüdyoda yaklaşık 20 metre uzaktan çekim yapıyordum. Odayı ışıklandırdıktan sonra müşteriye yerini göstererek, uzaklaşıyor ve kayboluyordum. Bu yüzden poz veren kişi üstünde baskı kurmuyordum. Nü çektirenlere fotoğraflarını kapalı bir zarfın içinde kimseye göstermeden verirdim. Müşteri hazırlandıktan sonra zile basardı, ben öyle gelirdim” diye tekniğini anlatıyor.
Osep stüdyosunun yerini birkaç kez değiştirir. Ama içlerinde en çok Sakızağacı’ndaki iş yapar ve tanınır. Yeşilçam Sokağı’yla Abanoz Sokağı’nın kesiştiği yerdeki bu çok katlı büyük stüdyoya gelen müşteriler arasında, meşhur olmak için evden kaçan kızlar da vardır. Bunlar şöhret olma umuduyla ilk fotoğraflarını Osep’e çektirir. Şöhret olamayan ama artık evlerine de dönemeyen bu kızlar, Abanoz Sokak’taki genelevlerde çalışır.
1970’lerde iflas eden Osep stüdyosunu kapatır. Küçük bir evde tek başına yaşamaya başlar. Bugün gözleri az görmesine rağmen, hala fotoğrafçılıktaki son teknolojiyi takip etme çabasında. 10 senedir dijital makine kullanıyor, ‘photoshop’ da öğreniyor. Şişli’deki son stüdyosunun yerine açılan satranç kulübündeki oyuncuların fotoğraflarını çekerek geçimini sağlamaya çalışıyor.